Angut Kadar Sevmek
Yaşadığımız yüzyıla inat aşkın varlığına inanan ve bunu yaşatmaya çalışan insanları gördükçe gözlerim dolar, hikayelerini dinledikçe adeta tüylerim diken diken olur. Hep yanlış dönem insanı olduğumu savunurum çünkü hassas kalpler; kin, gurur, bencilliğin hakim olduğu, maddesel zevkler için birlikte olunan şu hayatta, aldığı nefes göğüs kafesine batarak yaşar. Bir yanda sevgisiz ve mecburiyetten sürüp giden evlilikler varken öte tarafta ben bu yüzyıla dişimle kemiğimle meydan okuyacağım diyen, hâlâ kalbiyle yaşayan nadide insanlar mevcut.
70 yaşındaki Celal dedeyle Karaburun’da kamp yaparken tanıştım. Deniz kenarındaki çadırında 1 aydır tek başına kalıyordu. Tonton dünyalar tatlısı Celal dede, arkadaşım ve beni görünce hemencecik konuşmaya ve kendini anlatmaya başladı. Eşi bir sene önce vefat etmiş, evde canı çok sıkılıyormuş ve sürekli aklına eşi geliyormuş. Ne yapayım diye düşünürken çadır, şişme yatak ve küçük bir tüp almış kendine. Arabasına atlayıp Karaburun’a gelmiş ve ağacın gölgesine kuruluvermiş. Gelip giden kampçılarla muhabbet ederek geçiriyormuş çoğu vaktini. Eşiyle anılarını anlatırken gözleri dolup ağlayan, bütün zorluklara eşiyle birlikte göğüs germiş, hâlâ eşine sırılsıklam aşık ve sadakati sonsuza kadar sürecek bir beyefendi Celal dede.
Angut kuşlarını bilirsiniz, “angut gibi bakma” sözü vardır. Çoğu insan bilmez angutların neden uzun uzun baktığını. Angut kuşunun en önemli özelliği eşine ölümüne sadık olmasıymış. Eşi öldükten sonra başka bir angutla çiftleşmiyor ve kendisi ölene kadar da yas tutuyormuş. Ölen eşinin yanına yırtıcı bir hayvan gelse bile yerinden kıpırdamıyor; gözlerini bir dakika bile ayırmadan eşine bakıyormuş. Sonunda da bu davranışı onun ölümüne sebep olurmuş. Keşke herkes “angut gibi” baksa sevdiğine. Keşke kimselerin gözü sevdiğinden başkasını görmese.
Şimdi ise bizzat yakın çevremden birinin hikayesini anlatmak istiyorum. İsmi Mecnun olsun. Mecnun askerdeyken sosyal medya üzerinden tanışıyor Leyla’sıyla. 1 sene boyunca Şırnak’ta gönüllü olarak hem askerlik yaparken hem de öğretmenlik için KPSS’ye hazırlanıyorken kilometrelerce ötedeki Kars’taki bir kıza kaptırıyor gönlünü. Bütün psikolojik savaşlarını birlikte atlatıyorlar ve sonunda Mecnun egedeki bir liseye atanıyor. Bu süreçte birçok kez Kars’a görmeye gidiyor Leyla’yı. İlk gördüğü anda delicesine tutuluyor Mecnun. Leyla ailesinden gizli gizli buluşuyor Mecnun’la. Ailesi başka biri ile evlendirmeyi düşünüyor, çevresinden baskı görüyor. Yine de herkese karşı durup vazgeçmiyor sevdasından. Mecnun bebeklere, çocuklara aşık birisi. Leyla’nın bir hastalığı var, sürekli ilaç kullanması gerekiyor ve ileride bebek sahibi olamayabilir. Lakin bir kez bile vazgeçmeyi düşünmedi aşkından Mecnun. Birçok defa görüşmeyi kesmek durumunda kaldılar, Mecnun her seferinde kendini kahrederek ağladı saatlerce. Leyla hastalığı yüzünden yüzündeki oluşan lekeleri saklarken, Mecnun gözleri dolu dolu, tek tek öpüşünü anlattı Leyla’nın saklamaya çalıştığı yerleri.
Hiçbir çıkarı olmadan, bütün engellere karşı duran, sevginin emek olduğunu kanıtlayan bu aşıklar varken aşkın varlığına inanmamak mümkün müdür? İçinizi titretecek o hissi bulabilecek kadar şanslıysanız, ne olur kaçmayın, pes etmeyin. Damarlarınızdaki kanın daha hızlı akmasını sağlayan, midenizde kelebekler uçuran o hisse teslim olun. Aşık olmadan biriyle hayatlarınızı birleştirip, sonrasında tahammülsüzlüğün birlikteliğinizi bitirişine şahitlik etmeyin. Her uyanışınızda, yanınızda uyuyan o insanın yüzüne baktığınızda, varlığına deliler gibi şükredecek kadar çok sevin. Dilerim ki kalbiyle yaşayan herkes, el ele diz dize yaşlanabileceği diğer yarısını bulur ve uyurken dahi ellerini bırakmayan su samurları gibi sımsıkı tutar, sonsuza dek aşkla yaşar.